Ertuğrul Belen: “Alemşah tanımıyla Networking nedir?”
Alemşah Öztürk: “Hayatımın merkezi ve yaşayış şeklidir. Kariyerime Networking’le başladım. 20 yıldır bu yaklaşımın önemini çevreme anlatan biriyim. Özellikle de öğrencilerime…
Üniversite yıllarında Bilgisayar Mühendisliği bölümünde okuyordum. Oyun programlamanın istediğim kadar olmadığını fark edip, hayal kırıklığına uğramıştım. Birlikte üç yıl oyun oynadığım bir arkadaşım, “NetOne’la git tanış, tam senin gibi birine ihtiyaçları var” dedi. Gittim ve ekibe girdim.
O dönem, Flash’la oyun programlama yeni çıkıyordu. Macromedia, en iyi Beta kullanan uluslararası çapta 20 kişi seçiyordu. Türkiye’den ben seçildim. Bu kişiler, yıllar içinde alanında tanınan Kreatif Direktörler oldular. Farklı ülkelerde olmalarına rağmen hepsiyle tanıştım ve temasımı korudum. Bu da kendimi çok geliştirmemi sağladı. Arkadaşlıklar gelişti. Japonya’dan Amerika’ya, uluslararası bir network oluştu.
En önemli Networking, aslında insanın işinin ta kendisidir. Flash’la küçük hikayeler yapıyordum. Bir ajans “Gel, bizimle çalış.” dedi. Haftada bir gitmeye başladım. Deneysel işlerin etkisini görünce çabamı artırdım.
Sonra site ve blog açtım. Bloğuma tamamladığım işlerin referanslarını almaya ve bunun bir sonucu olarak da Networking yapmaya başladım. “30 Yaş Altı 30 İsim” arasına seçildim. Yine benim gibi listeye seçilenlerle güçlü bir network oluşturdum.
İş yaptıkça, işim networking’in güvenli bir aracı oldu.
Özetle, networking’de sen ne kadar açıksan, o kadar geri dönüş alırsın. Networking, networking yapmış olmak için olmuyor. İnsanlar için bir şey ifade etmen gerekiyor. Çevrende “ondan öğrenebilirim, ona danışabilirim” gibi bir ışık yakabilmen gerekiyor.
Bunun üstüne bir de “ne kadar eğlenceli biri” dedirtebiliyorsan, harika!”
Ertuğrul Belen: “Bu bakış açısını nasıl kazandın?”
Alemşah Öztürk: “İki kitap öneriyorum; biri Robert Cialdini’nin İknanın Psikolojisi, diğeri de Keith Ferrazzi’nin Asla Yalnız Yeme kitabı.
İknanın Psikolojisi’ni okuduğumda çok gençtim. Amerikan sokak satıcılarını anlatıyordu. Basit ama işe yarayan teknikleri fark etmiştim.
Asla Yalnız Yeme yazarı Keith Ferrazzi’yle tanışma fırsatım da oldu. Ferrazzi’den aldığım değerli mesaj şuydu: “İnsanlara anlamlı iyilikler yap, hayat da sana fazlasıyla iyilik geri verecektir.” Ben bu şekilde yorumladım. Hayatım boyunca yardım taleplerini elimden geldiğince hiç yanıtsız bırakmadım.”
Alemşah’ın iyilik yorumu ve seçtiği kelimeler dikkatimi çekiyor. “İnsanlara iyilik yap, hayat da fazlasıyla iyiliği sana geri verecektir.” diyor. Tekrar etmesini istiyorum. Aynı cümleyi aynı kelimelerle tereddütsüz tekrarlıyor.
Israrla “hayat” diyor. Anlıyorum ki Alemşah’ın bahsettiği iyiliği yaparken insanlardan karşılık beklemek mümkün değil. Çünkü o, insana değil, hayata karşı iyilikle bağ kurmaktan bahsediyor.
Alemşah devam ediyor:
“Temelinde en önemli konu: sen çevrene ışık vermeden, ışık alma ihtimalin de çok düşüktür. Kendini içi boş bir kabuk gibi hissediyorsan, o zaman doldur içini! Çünkü hayatın ciddi bir bölümü insanlara el uzatarak, yani vererek geçiyor. Ama sonra fark edilmeye başlıyorsun. Özellikle senin gibi herkese yıllardır el veren üstadlar tarafından görülüyorsun. Onlar da senin elini tutmaya başlıyorlar. Tıpkı Padawan*’da olduğu gibi…”
*Padawan, Yıldız Savaşları Starwars filminde ustanın (Jedi) öğrencisine verilen isimdir.
Ertuğrul Belen: “Hedefler doğrultusunda networking yapmak ne kadar önemli? Mesela danışabileceğin bir mentor olması?”
Alemşah Öztürk: “Gençken, bir mentorum olmasını çok istiyordum. 2008 yılında Endeavor girişimcisi seçildim. Mentorlerim Kevin Ryan* ve Reid Hoffman* oldular.”
(*Kevin Ryan Gilt Groupe, Business Insider, Zola Registry ve MongoDB’nin kurucusudur. Reid Hoffman LinkedIn’in kurucusudur.)
“Mentorlerimle dört kere buluşma fırsatım oldu. Öyle şeyler söylediler ki benim için her şey değişti. Birebirde vizyonlarını dinlemek beni çok etkiledi. Çok mütevazi, akıllı ve geniş görüşlü insanlardı.
Fark ettim ki, mesela ben 3 yıl sonrasını düşünürken, onlar 20 yıllık hayaller kurup planlar yapıyorlardı. Elbette yaşadığınız ülkenin planlamada etkisi vardır. Yine de, çok uzun vadeli hayal kuruyor, inanıyor ve bunun için çalışıyorlardı.
LinkedIn’in ilk dönemleriydi. Reid Hoffman’dan girişimini dinlediğimde başarılı olacağına emin olmuştum. Hayatınızda bu tarz insanlar olduğunda, networking’in anlamı da çok değişiyor; kartvizit alıp vermek ve tanışmış olmak için tanışmaktan çok daha fazlası oluyor.
Dolayısıyla ben, Networking yerine “NetWorthing*” demeyi seviyorum. Oluşturduğun değerle networking yapmalısın.”
(*İngilizce “worth” değer anlamına geliyor. Alemşah NetWorthing ile insanın çevresiyle net değerler oluşturmasını anlatıyordu.)
Ertuğrul Belen: “Alemşah, özellikle gençler çevrelerine fayda sunmak için “önce başarılı olmaları gerektiği” gibi sınırlayıcı bir kanıya kapılabiliyorlar. Sence?”
Alemşah Öztürk: “İşte tam da bu sebeple gençlere, blog yazın, araştırın, çevrenize bilmediklerini öğretin diyorum. Bunları doğru yaptığında fark ediliyorsun.
En basit konularda dahi değer oluşturulabilir. Milyonlarca insan var. Aileden veya standart eğitim sisteminden birçok şey öğrenmemiş olabilirler: Mesela, nasıl insan olunur? Tıraş olmaktan merhabalaşmaya kadar basit günlük konular ele alınabilir. İşte bu fikirlerden birini alıp kaliteyle işlediğinde, bir bireye tanınan faydayla başlıyor, dönüştürüyor ve dönüşüyorsun.
Bugün dünyada çok fazla bilgi açığı var. “NetWorth” (net değer) yaratırsan, insanlar ona geleceklerdir.”
Ertuğrul Belen: “Fayda oluşturmadan network oluşturmayla ilgili düşüncen nedir? Mesela tanımadığın biri seni LinkedIn’den ekliyor. Ne yapıyorsun?”
Alemşah Öztürk: “LinkedIn’den özellikle tanımadığım kişilerden gelen mesajsız davetlere kuşkuyla bakıyorum. Ortak noktalarımız nedir? Neden ekliyorlar? Bunları yazmadıklarında, anlamıyorum. Bağlantı için beni eklemek ne demek? Bir insanın parçası olursun, ona eklenmezsin.
Mesela genç bir girişimci Efe Kethüda benimle iletişime geçti. Arıyor ve sorularla geliyordu. Mantıklı, değerli ve en önemlisi saygılı takibi zaman içinde dikkatimi çekti. “Alemşah abi, bana şunu önerdin, yaptım, bu sonucu aldım.” diye geliyordu. Bu saygıyı göstermeyeceksen, mentorluk istemeyeceksin.
İnsanlar böyle basit kuralları bilmediğinde, ikinci görüşmeler de olmuyor.”
Ertuğrul Belen: “İnsanlarla ortak noktaları bulmak daha kolay oldu. Networking yapmak geçmişe nazaran kolaylaştı mı?”
Alemşah Öztürk: “Networking kültürümüzün doğal bir parçası. Ancak, bugün 20 yıl öncesine göre Networking yapmak aslında daha zorlaştı. İnsan sayısı artıyor. Dijital insan sayısı da artıyor. Sosyal ağlardaki çevrenden 3,000 kişi aynı anda sana merhaba dese, kitlenirsin. İş yapamazsın. Doğal olarak filtrelemeye ve önceliklendirmeye başlıyorsun.
Farkında olmadan insanların en büyük filtresi “sen bana ne katacaksın?” ve “yeni ne söyleyeceksin?” oldu.”
Ertuğrul Belen: “LinkedIn profilinde ve röportajlarında Dreamer (hayalci) olmanın önemini vurgulamışsın. Bu özelliğin, ilişkilerini ve çevreni nasıl etkiliyor?”
Alemşah Öztürk: “Hayalci olmamın katmanları var:
Benim işimde mantığın dışına çıkabilmek de gerekiyor. Sadece bugünün gerçekleriyle yaşarsam, üretimim düşebilir. Biraz gerçeklerden uzaklaşıp, kendi hayal dünyamda kalabilmem gerekiyor. Ben ve gerçek arasında bir filtrem var: hayalci olmak hayalperestlik değildir. Bu, optimizm filtresidir. Her şeyin doğru yere varacağına inanırım. Çabam hep buna göredir.
Hayal kurmuyorsan, bir şey başarman zordur. Hayal kurduğunda sorunları da görürsün. Sonra çözümü düşünürsün. Böylelikle bugünün eksiklerini fark edersin. “Şunu yapmalıyım, şu kişilerle tanışmalıyım” diyebilirsin.
Hayalin, gelecekten çıkıp bugün yaptığın işlere uzanan bir merdiven gibidir. Ayakların yere hayallerinle basmalıdır.
Hayatımda hep beş senelik planlar yaptım. Buna ilk 18 yaşında başladım. Aşık olmak, işime karar vermek, yeni ülkeler görmek gibi planlar yaptım. Bir kısmı gerçekçi, diğerleriyse tamamen hayallerdi. 23 yaşıma gelince hangileri oldu hangileri olmadı, geri dönüp baktım. Olmayanlar için nasıl yapacağıma yeniden baktım. Bu da beni yeni plan ve hayallere sevk etti. Çalıştım, para kazandım ve sonra ülke ülke gezdim.”
Ertuğrul Belen: “Aşk?”
Alemşah Öztürk: “Aşık olmak istiyorsun. Kimse yoksa, tanışmam lazım diyorsun.”
Gülüyoruz.
Ertuğrul Belen: “İçinde bulunduğun 5 yıl nasıl gidiyor?”
Alemşah Öztürk: “Son yaptığımda bir adım daha geliştirdim. Yıllara isim vermeye başladım. Mesela 2015 senesi Transformation (dönüşüm) senesiydi. Kilo verdim, kendimi güncelledim vb.
2016 senesini Year of Cocoon (koza) ilan etmiştim. İçime dönüp yeni atılımları değerlendirdim. 2017 de Uçuş senesiydi. 2016 istediğim hızda gitmedi. Bu gibi durumlarda moralimi bozmuyorum. Halen 5 yıllık dönemin içindeyim. Bu simgeler, hayallerimi hatırlamamı ve gerçekleri planlamamı güçlendiriyor. Hayal kurmak çok keyifli. Maalesef, büyük çoğunluk yaşlandıkça hayat stresiyle ve başarısızlıklarla hayallerini terk ediyor. Oysa, zihinsel varlığımızı hayaller korur.
Hayaller, acıdan kaçış mekanizması olarak kullanıldığındaysa tehlikeli olabilirler. Çünkü acı da bir hayat gerçeğidir. Spor salonunda ağırlık kaldırırsın. Ertesi sabah ağrı hissedersin. Aslında kasların yırtılmıştır. Yırtılan kasların arasına yeni kaslar gelir. Gelişmemiz için parçalanmamız gerekiyor. O acı, bizi yeni bir insan yapıyor.”
Ertuğrul Belen: “Başarılı ve mutlu olmak için mutlaka acı çekmek gerekiyor mu?”
Alemşah Öztürk: “O acıyı hangi sebep için çekeceksin? Asıl soru bu! Sporu sağlık için mi yapacaksın? Yarışmak için mi? Yoksa iyi hissetmek için mi? İşte tam da bu yüzden hedefin olması gerekiyor.
Sebepsiz acı çekmek çok ama çok tehlikelidir. Çünkü bu dünyanın bir de yapay ve yalan mutluluk tacirleri vardır. Mesela 5 adımda kilo vermek diye bir şey yok! Aslında kilo verirken çok şeyden vazgeçeceksindir. Adamın 5 adımda anlattığı, aslında 10 yıllık çektiği acının özetidir. Bu gerçeği göremeyenler, 5 adımda yapamayınca depresyona giriyorlar. Çünkü gerçeklik o değil. Toplum bunun gibi temeli olmayan bilgilerle pompalanıyor.
Olmadığını olmaya çalışmayı bırakmak lazım. En büyük sıkıntı olmadığımız bir insan gibi kendimizi göstermeye ve satmaya çalışmaktır.
Olmadığın biri gibi davranıyorsan, networking yapamazsın. Hadi ilk izlenimin olumlu oldu. Ya ikinci görüşmede ne olacak? İkinci görüşmede patladığında repütasyonun da patlıyor.
Tekrar söylemek istiyorum net değeri (NetWorth) artırmak tek çare! O zaman ortaya çıkan gerçek oluyor.
Herkes Superman olamaz. Ancak, herkes kendisinin en iyi versiyonu olmak zorunda.”
Ertuğrul Belen: “Çocukken insanlarla ilişkilerin nasıldı?”
Alemşah Öztürk: “Babam sakin biridir. Annem daha aktiftir. Annemlerin kendi çevresindeki 12 aile hep bir araya gelirlerdi. Konularında başarılı çok renkli insanlar vardı. Bu buluşmalardaki konuşma ve hayat hikayeleri beni etkilemişti.
Rahmetli dayım da anılarımda çok iz bırakmıştır. İzmir’de kitabevi vardı. Tüm okul hayatımı o kitabevinde çalışarak geçirdim. Yüzlerce kitap okudum. Sosisli yer, kitap okurdum. Yazlar benim için böyle geçerdi. Dayımla müthiş sohbetlerimiz olurdu. Farkında olmadan ondan ne çok şey almışım. O zaman anlamadım, sonra fark ettim.
Bunların toplamı bende etkili oldu.
Fark edilme konusunda sıkıntım olmadı. İki metre boyunda ve yaramazdım. Bir de ismim Alemşah’tı.”
Gülüyoruz.
“Tüm ailede; annem, babam, dayım, dedem herkeste kütüphane vardı. Ailemizde müzisyenler de vardı. Aile içinde çok farklı bilgilerle beslendim. Beni kendi başıma bıraktılar. Kendi kararlarımı alabildim.
Geri dönüp bakınca ailem dört şeyi harika öğretmiş:
Doğru ve yanlışı, iyi ve kötüyü.”
Nasıl bu kadar net konuştuğunu soruyorum. “Çok düşünüyorum” diyor. “Genciz düşünmek lazım, yapacak çok şey var. Daha iyi bir lider nasıl olurum diye, hep sorguluyorum” diyor.
Ertuğrul Belen: “Bir etkinliğe katılma sürecinde networking yaklaşımın ne oluyor?”
Alemşah Öztürk: “İlk izlenim bir açıdan halen çok önemli; mesela yurtdışına sektörel bir konferansa gittin. Herkesin zaten ülkesinde ve alanında tanınan “biri” olduğunu biliyorsun. Böyle rahat bir ortamda şirketini, fikrini ya da kendini satmaya başlıyorsan, büyük bir hata yapıyorsun. Herkes oraya rahatlamaya geliyor. Small talk (ayaküstü kaliteli sohbet) hikayesi… Kimse iş formatında iş konuşmayı ve “ben süper bir adamım” hikayesini duymak istemiyor. Sohbet ancak kıvama gelirse işe dönüşüyor.
Ben, small talk çok seviyorum. Bunu beslemek için de çok kitap okuyor, düşünüyor ve insanlarla bilgi alışverişi yapıyorum. Ayrıca, laf atmayı seviyorum. Small talk bir bakmışsın ki muhabbete dönüşmüş. Bunun sonucunda da kartvizit alışverişi oluyor. Birine mesaj attığımda mutlaka sohbetimizi hatırlıyor.”
Ertuğrul Belen: “Uluslararası bağlarını nasıl koruyorsun?”
Alemşah Öztürk: “Çok iyi ağırlayarak. Misafirlerine öyle iki gün yaşat ki, o kişilerin de tüm çevresi seninle İstanbul’u tanımak istesin. Yani “Talk of the town” (İstanbul’a ayak basanın ilk aramak istediği kişi) olmalısın. Bu bir anda olamaz.
Mesela 6 kişi ziyarete geliyor. Hepsiyle ortak noktaları bulup, yakın olmak belki 2 yıl sürüyor. Aslında, tanışıklıklarında bıraktığın etkinin bir toplamı olarak referans kişi oluyorsun. Kişilikle de doğrudan ilgili bir konu. İnsanlarla olmaktan keyif almıyorsan hayat daha zor.
Bu arada tanımadığın kişilerle sessiz yan yana oturabilirsin. Sorun yok. Ancak o zaman “neden çevrem yok, neden işbirliği oluşturamıyorum” diye söylenmemek gerekiyor. Bu durum, Death Metal dinleyip, “neden Pop Top 40’da dans etmiyorum?” diye üzülmeye benziyor.”
Ertuğrul Belen: “Kurum içi Networking’le ilgili tespitlerin nedir?”
Alemşah Öztürk: “Bir şirkette başarılıysan, elinde önemli bir değer vardır. Bir de kurum içi politikaları yönetebilirsen, başarılı oluyorsun.
Şirket büyüklüğü ve kurum için networking çok önemli. Biz açık ofis şeklinde çalışıyoruz. 100 kişiden sonra gruplaşma oluyor. İşle tanışmaları önemli. Ayrıca şirket etkinliklerinde birbirleriyle tanışmaları ve farklı kişilerle sohbet etmeleri için sürekli zorluyorum. Mesela bu akşam ajanslar arası maç var; ekipten bir grup taraftar, diğerleri oyuncu. Ekipleri, bunun gibi farklı ortak noktalarda buluşturmak ve kaynaştırmak gerekiyor.”
Ertuğrul Belen: “Kurum içinde öne çıkan değerlerin nedir?”
Alemşah Öztürk: “Dürüstlük.
İki yıl önce İngiltere’deydim. Bir kreatif direktörle sohbet ediyordum. Adam 45 yaşında ve “yolun daha başındayım ve 20 yıl daha çalışacağım” diyordu. Bu enerjiyi nasıl hissettiğini merak ettim. Çünkü ülkemizde herkes 45’te bittiğini hissediyor.
“Kendime dürüst olmaya çok inanıyorum” demişti. İki saatten fazla konuştuk.
Birilerine kötü bir şeyler söylemen gerekebiliyor. Dürüst olmak bunu da gerektiriyor. “Arkadaşlar batırdınız. Temizleyelim.” demediğinde, insanlar bunu anlamıyorlar. Birçok kişi hep teselli edilecek şekilde programlanmış.
Mutlaka, yapıcı ama çıplak gerçeği söylemek gerekiyor.
Kariyerime bakıyorum. Uzun süre kötüyü söylemeyi geciktirmişim. Kötü sonuçları paylaşırken gereğinden fazla yumuşatmışım. Bunu yaparak ekibimin gelişimini yavaşlatmışım.
Oysa ne kadar anlamsız! Kendime karşı çok dürüstüm. Kendime böyleysem neden çevreme de olmayayım ki? Tabii ki kaldıramayacaklarını düşündüğüm içinmiş. Maalesef bizim iş dünyamızda çok ego, kompleks ve daha fazla ego var.”
Alemşah egoyu özellikle ikinci defa vurguluyor.
“Yanlış dediğinde, karşıdan savunma ve nefret sinyalleri geliyor. Kabullenme nadiren oluyor.
İşte bu çerçevede, insan seçme konusunda, “Dürüst mü? İletişime açık mı?” kriterlerine göre seçim yapmak lazım. Buna çok dikkat ediyorum.
Dürüstlük dozajını vermek bir liderlik kalitesidir. Bizim şirkette çok yapıcı tartışmalar olur. Sonra herkes anlaşılıp, bir olarak odadan çıkar.”
Ertuğrul Belen: “Galata Business Angels melek yatırım ağı gibi önemli bir networkün kurucularındansın? Buradaki vizyonun nedir?”
Alemşah Öztürk: “Give back*. Yani insan olmanın bir parçası da ekosisteme geri vermektir.”
(*“Give back” İngilizce’de deneyim ve bilgi kazananların bir süre sonra ekosisteme bunları aktarma ve geri kazandırma kültürünü temsil eden bir kavramdır.)
Ertuğrul Belen: “Genç CEO olmak isteyenlere ne önerirsin?”
Alemşah Öztürk: “Liderlik öğrenilen bir şey, sonradan kazanılan bir sıfat, kimseye sen lidersin deyince lider olmuyor, insanlar seni seçiyorlar. Kabul etmediklerindeyse, sistem seni dışarı itiyor. CEO’luğa değil, “Nasıl ilham veren bir lider olabilirim?”e odaklanmak gerekiyor. Yaparak başarmak gerekiyor.”